Hayattan yabancılaşmanın sesi: Albert Camus’un ölümle yüzleşmesi

Edebiyat alanında iz bırakan bazı yazarlar, eserleriyle zamanın ötesine geçerek ölümsüzleşir. Bir romancının kaleme aldığı kitaplar, yaşadığı toplumun bir parçası olarak kabul edilir. İşte bu yazarlardan biri de Albert Camus'tur. Camus'un eserlerinden biri olan Yabancı romanını incelemek istiyorum.

Camus, hayatının önemli derslerini kalecilik yaptığı dönemden almıştır. Kendi ifadesiyle, top asla istediği köşeden gelmezdi, ancak o, yaşam felsefesini kendi perspektifiyle anladı ve başkalarına da öğretti.

Herkesin annesi bir gün hayata veda eder... Bu durum karşısında ağlarız, üzülür ve belki de isyan ederiz. Fakat Albert Camus'un annesi vefat ettiğinde, o ne gözyaşı döktü ne de üzüntü hissetti.

Neden mi?

Çünkü Albert Camus, topluma yabancıydı.

Kendine bile...

Albert Camus, bireyin özgürlüğü ile toplumsal düzen arasındaki çatışmayı ve kişinin kendisine ve topluma karşı olan yabancılaşmasını derinlemesine işleyen bir kült eser üretmiştir. Yabancı, Camus'un en bilinen, okunan ve çeviri yapan kitabı olarak eşsiz bir başarıya sahiptir.

Ünlü yazar ve filozof, 1913 yılında Cezayir'de dünyaya geldi. Cezayir Üniversitesi'ndeki felsefe eğitimini sağlık sorunları nedeniyle yarıda bırakmak zorunda kaldı. 1938'de Paris'e yerleşti ve ilk eserleri olan Tersi ve Yüzü ile Düğün bu dönemde yayımlandı.

Edebiyat dünyasına asıl adımını, 1942'de yayımlanan Yabancı romanı ve Sisifos Söyleni isimli felsefi makalesiyle attı. Bu iki eser, varoluşçu felsefenin izlerini taşıyan absürt bir düşünce yapısını geliştirmektedir.

Kısa ama derin bir etki bırakan eserdir. Edebiyat dünyasına silinmez bir damga vuran Camus, yalnızca 46 yaşındayken geçirdiği bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görülen yazar, hayatta olsaydı daha birçok eser kaleme alabilirdi.

Yazarın içsel dünyasını yansıtan şu sözlerini inceleyelim;

"BAŞKALARINDAN ERKEN ÖLECEKTİM"

"Başkalarına göre daha erken ölecektim, bu açıktı. Ancak herkesin bildiği gibi, hayat yaşamak için değmez. Meursault, annesinin vefat ettiğini öğrendiği gün cenazeye katılmak için yola çıkar, hava oldukça sıcaktır. Gün boyunca hissettikleri, dış dünyanın yalnızca uyaranlarıdır; sıcak hava, ışık onu rahatsız ederken, dikkati sadece kendi bedeni üzerindedir. Çevresindekilerin duygusal bir tepki beklediği Meursault, duyusal dünyaya odaklanmıştır."

GİZEMLİ ROMAN: YABANCI

1913-1960 yılları arasında yaşamış olan Camus, dünya edebiyatına önemli katkılarda bulunan bir yazar olarak hafızalarda yer edinmiştir. Yazdığı eserlerle adından sıkça söz ettiren Camus, gizemli romanı Yabancı'yı 1942 yılında okuyucuyla buluşturmuştur.

Döneminde az sayıda yazara nasip olan bir şekilde kısa sürede geniş bir okur kitlesine ulaşmış ve basım yapmıştır. Camus'un sade ve akıcı dili, bu başarıyı sağlamakta büyük rol oynamıştır.

Roman, ölümün kaçınılmaz bir gerçek olduğu ve bireyin bu durumu fark ettiğinde hayatı anlamsız bulduğu fikrini çarpıcı bir dille ele almaktadır. Barındırdığı dram ve trajedi, okuyucuları birçok soru ile baş başa bırakmaktadır.

ÖLÜM VE BOŞVERMİŞLİK

Romanın ana karakterinin bir ismi yok. Varsa da yazar, bunu bizim öğrenmemizi istemiyor gibi, çünkü onunla tam anlamıyla tanışmamızı sağlamak istemiyor. Yalnızca soyadına sahip, her şeye yabancı olan karakter; Mösyö Meursault…

O, bir kimlik bunalımı yaşamaktadır. Toplumda gerçek olan hiçbir olgu, Meursault için bir anlam taşımamaktadır.

Daha önce de belirttiğim gibi, o bir yabancı.

Kendine bile.

Meursault'un hayatta tek varlığı annesidir. Ancak annesinin vefatını öğrendiğinde hiçbir tepki vermez. En ufak bir üzüntü belirtisi bile yüzünde görünmez. O denli rahattır ki çevresindekiler bu alışılmadık duyguyu anlamakta güçlük çekerler. Annesini seven bir insan, neden annesi öldüğünde üzülmez veya ağlamaz?

O an annesini görmek dahi istemez. Tabutun başında otururken türlü hayaller kurar, derin düşüncelere dalar. İçinde bulunduğu toplumsal yapı ve değer yargılarını derinlemesine eleştirir. Bu eleştiriyi romanın alt metinlerinde görmek mümkündür.